22 Eylül 2008 Pazartesi

9. Gün: Doğu Yakası Hikayesi

Kahvaltıya gelen eric ve sandrinin sesiyle uyandım. Topu topu 5 saat uyumuşum. Alkol sarmış dört bir yanımı kendime gelmeye çalışmaktayım ama onlar geceyi dinlemek için sabırsız ben de onlara anlatmak için. Burada yazmaya fırsat bulamadığım pek çok detay var çünkü:)

Gecenin geniş özetiyle güle oynaya yaptığımız kahvaltının ardından iki alman kızla vedalaşıyoruz. Adadan ayrılıyorlar. Onların ayrılıkları bana da aslında sadece bir kaç günüm kaldığı gerçeğini hatırlatıyor. Birden miskinliğime inat bir enerji geliyor, bugün ne yapsak diye düşünmeye başlıyorum. Aslında adada yapmayı en çok istediğim şey uyumak, uyumak biraz da uyumaktı ama sürekli bir motivasyon, bir şeyler yapma isteği, gelişen olayların içinde olma arzusu bırakmadı yakamı..

Eric ve Sandrin bizim dün yaptığımız şelale turunu yapacaklarını söyleyip akşama görüşmek üzere ayrıldırlar. Onlar gittikten sonra Alice'le sohbet ederken franz ve luise de uyandılar. Günün programı için konuşurken, franz'ın teklifi ve ısrarı neticesinde adanın doğusuna gitmeye karar verdik. Alice dinlenmek istediğini söyleyerek bugün bize katılmadı.

Geç kalkıp kahvaltıda da çok eğleştiğimiz için kahvaltının hemen ardından hareket ettik. Ben Luise'le, Franz yalnız yol almaktayız. Yol, başlarda iyi giderken birden köy yolları gibi toprak çakıl karışımı ve yer yer çukur ve yarıklarla dolu bir hale döndü. Altımızdaki scooterlara hiç uygun olmamasının yanında biraz daha ilerleyince yokuşlar başladı!. Arkamda luise rahat durmuyor (korku ve panikten!). Bu arada korkusunda da haklı. Yokuşu zorla çıkıyoruz, hadi diyelim çıktık o yarıklarla dolu, çakıl taşlarıyla bezenmiş yokuşu geri inmek zorundayız. Daha zor ve tehlikeli. O yokuşları inerken artık ön, arka Allah ne verdiyse frenleri sıkıyorum, ayağımı yola sürtüyorum. Santim santim ilerliyoruz.

Zorlu, sıkıntılı 1,5 saatlik yolun ardından doğuya ulaştık. Burası daha önce bulunduğum yerlere göre çok sakin. Zaten yolun böyle olduğunu düşünürsek anormal bir durum değil. Ulaşım kara yolundan ziyade bot taksilerle yapılıyormuş. Gittiğimiz yerde ne bir market, ne bir bar, ne internet kafe hiç bir şey yok. Sadece kalacağınız bungalowlar. Kafa dinlemek için birebir..

O yorgunlukla sahile attık canımızı, havluları serip uyuklamaya başladık. Yüzdük, güneşlendik derken, geri dönüş için içimizde özellikle Luise'de tedirginlik var. Güne geç başlayıp yolda geçirdiğimiz zaman nedeniyle buraya varışımız da geç oldu. Çok kalma imkanımız yok. Bu noktada franz "burda kalalım" gibi güzel bir fikir attı ortaya. Benim açımdan hiç sorun yok (aslında ufak bir sorun var, çok az param kalmış. döviz bürosu da olmadığı için dolar bozduramıyorum) ancak Luise için sıkıntılı bir durum. İlla duş alması lazım, sinek ve böceklerden korktuğu için çorapla uyuması lazım vb. Sağa sola sorarken aslında sabahleyin bot taksiler olduğunu ve adanın öbür tarafında kaldığımız yerdeki limana servis yaptıklarını öğreniyoruz. Dönüş yolundan korkan Luise'i ikna edebilmek için iyi bir bahane ama bunun da huzursuzluğunu gidermediğini görünce geri dönüş için yola çıkmaya hazırlanıyoruz.. Tam motorlara yönelmişken iki alman kızla tanışıyoruz. Onlar Luise'e yardımcı olabileceklerini, duşunu onların bungalowunda alabileceğini, kendi çoraplarını ve giysilerini paylaşabileceklerini söylüyorlar. Luise de artık suyunu çıkartmayıp, kalmaya ikna oluyor. Bu arada Luise için o kadar negatif yazdım ki bir açıklama yapma gereği hissettim. Çok tatlı ve dost canlısı bir kız. Aşırı hassasiyeti ve gösterdiği tepkiler bile o kadar şirin o kadar tatlı ki insanın kızması, sinirlenmesi mümkün değil. Elimizden geldiğince idare etmeye çalışıyorduk.

Bu arada tanıştığımız iki kız almandı. Sabah ikisi gitti, akşam yenisi geldi :p. Luise de alman, franz da. Ben adada daha hiç türkle karşılaşamadım maalesef. Pek umudum da yok. Tanıştığım herkes bana bu adada tanıdıkları ilk türk olduğumu söylüyor. Hatta dün gece partide tanıştığım adamın biri hayatında tanıdığı ilk türkün ben olduğumu söyledi:). Bunun neden altını çizdim. 7-8 kişilik ingilizin, almanın, fransızın, türkün olduğu grupta 4 alman sorun olmuyor da 5 kişiden 4ü alman olunca ister istemez ara sıra almanca muhabbete dalıyorlar. İnsan ah be diyor..

Luise'in işlerini görüp, sıkıntılarını giderdikten sonra yemek sırasında nerede uyuyacağımız sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz. Bize yardım eden kızlar toplam 5 kişiye yetecek yerleri olmadığını söylüyorlar. Biz de artık bir gece bir şey olmaz deyip üçümüz için oda tutup 450 B ödedik. Bu rakam kaldığımız yerdekinin nerdeyse iki katı ama burada odalar daha lüks ve geniş.

Yemekte, adını şimdi unuttuğum, tanıştığımız alman kızlardan birinin tavsiyesiyle balık söyledim.. Bir tabak geldi ki ben bile nasıl bitireceğim diye düşünmeye başladım. Kaldı ki bitiremedim. Balığın sosu ve kokusunun çağrıştırdığı bangkok sokakları iştahımı ilerleyen dakikalarda kapattı..

Dün gecenin yorgunluğu ve uykusuzluğuna bugünkü stresli yorucu motor yolculuğu da eklenince yemeğin ardından ağırlık çöküyor. Fazla direnmeden bungalowa yönelip, deliksiz bir uykuya dalıyorum...

Hiç yorum yok: