5 Eylül 2008 Cuma

3.Gün: Ayuthaya


Alarmla uyanıyorum. Saat daha 8. Türkiye'de sabahın 4'ü olduğunu düşünüp of çekiyorum. Başım ağrıyor, sersem gibiyim. Gece sadece iki bira içtim ama berbat hissediyorum...Uyusam mı diye düşünüyorum. Türkiye'de olsa o yataktan kesinlikle çıkamazdım ama ha gayret deyip ayaklanıyorum. Çantayı iyi ki geceden hazırlamışım yoksa bu halde toparlanmam mümkün değil. Hemen bir ağrı kesici, dün bir hamburger (ve annemin bisküvileri) dışında hiç bir şey yemediğimi hatırlayarak da bir vitamin alıyorum. Adalarda bu tempo olmayacak, bütün gün güneşin altında yatıp uyuyacağım diye kendime söz veriyorum.

Çantayı sırtlanıp yola çıktım. Cadde boş. Bekleyen tuk tukçular ve taksiler var sadece. Hemen dikkatleri bana yöneliyor, çevremi sarmaya başlıyorlar. Tren istasyonuna gideceğimi söylüyorum 300 B (B: Baht. Tayland'ın para birimi. 1B=0.03$. Tekrar hatırlatmak istedim.) teklif ediyorlar. Ayıptır söylemesi 'oha' diyorum. Dün akşam tren istasyonundan buraya 50 B'a geldim. Bunu düşünerek tuk tukçulara 30 B teklif ediyorum, kabul etmiyorlar. Taksiciler de taksi metre açmayı kabul etmiyor. Ben de caddenin sonuna kadar yürüyüp yoldan bir taksi çeviriyorum ve 55 B'a tren istasyonuna ulaşıyorum.

Burada tuktuk ve taksiler için bir parantez açmak gerekirse; aslında tuktuk da taksi de Bangkok'ta oldukça ucuz. Ancak turistlerin yoğun bulunduğu bölgelerde yüksek fiyat söylüyorlar. Taksiciler de taksimetre açmıyorlar. Bu dün gezdiğim Grand Palace ya da diğer tapınakların çevresinde de bu şekilde. Oradan biraz uzaklaşıp taksimetre açan bir taksiye bindiğinizde size teklif edilen rakamın 5'te 6'da birine istediğiniz yere gidebiliyorsunuz..

Çantamı ve bilgisayarımı istasyondaki emanete bıraktım. İkisi için günlük 120 B veriyorum. Bilgisayar için içimde endişe yok değil ama bıraktım artık. Güne bakmak lazım. Ayuthaya'ya tren bileti almaya gidiyorum. 1.5 saatlik uzaklıkta ve tam 15 (on beş) B veriyorum. Yani 50 Ykr'dan daha az.

Tren hemen hareket ediyor ve ben hareket eder etmez uyuklamaya başlıyorum. Bir süre gittikten sonra, tam uykuya dalarken bir istasyonda durduğunu anlıyorum. Sanki biraz fazla bekledi gibi ama uyku o kadar ağır ki önemsemiyor ve sonunda dalıyorum... Uyanıyorum. Trenin hala durmakta olduğunu görüyorum ama hala çok uykum var, aldırmayıp devam ediyorum uyumaya... Tekrar uyanıp hala durduğumuzu görüyorum. Artık biraz kendime gelmişim. Saate bakmayı akıl ediyorum. Trenin hareketinden bu yana 1 saat geçmiş. Durduğumuz istasyonun adına ve elimdeki zaman çizlgesine bakıp 45 dakikadır bu istasyonda olduğumuzun farkına varıyorum. Çevremdeki insanlara bakıyorum, hiç umurlarında değil. Ne yerinden kalkan ne de bağırıp çağırıp hadi kardeşim neden gitmiyoruz kabilinden homurdananlar var. Onların bu rahatlığına ben de ayak uyduruyorum derken trenin zıplar gibi hareketiyle yolculuğumuz tekrar başlıyor.

Bu gecikme akşam dönüşte kötü bir süpriz yaşama ihtimalini aklıma getirdiği için dönüşümle ilgili planımı gözden geçiriyorum. Surat Thani trenim saat 7.30'da. 4 ya da 4.30'daki trenlerin biriyle dönersem böyle bir süprizle karşılaşsam bile yetişirim diye düşünüyorum. Hatta eşşeğimi sağlam kazığa bağlayıp 4 treniyle dönmeye karar veriyorum.


Sonunda Ayuthaya'ya varıyoruz. Ayuthaya 1750'li yıllara değin, 400 yıldan fazla Tayland'ın başkentliğini yapmış. Thai kültürüyle bezenmiş bu kutsal şehir maalesef sonraki yıllarda yıkılıp talan edilmiş. Hani çok ciddi bir tahribat yok aslında. Side (Antalya) antik şehri ya da yurdumuzun dört bir yanındaki tarihi kültürel yapıların yaşadığı tahribatı düşünürsek ben bu şehri oldukça sağlam buldum. Beklediğimden fazlasıydı.

Günlüğü 40 B'tan bisiklet kiraladım. Hayatımda ilk kez kanlı canlı bir fil görüyorum!. Hemen hemen tüm şehri gezdikten sonra (şehir dediğime bakmayın, oldukça küçük bir yerleşim birimi. Bisikletle bir günde tüm tapınakları turlayabiliyorsunuz.) son fotoğrafımı da çekip tüm hazırlıklarımı bitirmiş, malzemeleri bisikletimin sepetine yerleştirmiş, ayağımı pedala basmışken bir Alman ablayla tanışıyorum. Abla da koh phangan'a gelmeyi planlıyormuş. Orada buluşmak üzere maillerimizi alıp ayrılıyoruz.

Ablayla muhabbet 4'teki trene yetişmemi engelliyor. 4.30'a yetişiyorum güle oynaya. Bileti almak için gişeye yöneliyorum. Gişedeki görevli trenin gecikeceğini saat 6'da geleceğini söylüyor.!!! Beynimden aşağı kaynar suların döküldüğün hissediyorum. Trenim 7 buçukta ve 6 treniyle yetişmem mümkün değil. Hemen kitaba saldırıyorum. Ayuthaya merkezde otobüs istasyonu var. Hiç vakit kaybetmeden tuktuka atlayıp gidiyorum. Sıradaki Bangkok otobüsüne sadece 3 dakika kala yakalıyorum. Şanslı mıyım yoksa bahtsız mıyım anlamıyorum, karar veremiyorum!. Otobüse zar zor atıyorum canımı. Ama insanlık için küçük benim için dev bir adım daha var; Bangkok'ta otogar şehrin kuzeyinde tren istasyonu güneyinde. Şehre ulaşacağım saat Bangkok trafiğinin en yoğun olduğu saat. Taksi bile tutsam yetişip yetişemeyeceğim muallak. Bangkok'ta trafik genelde akmaz çünkü. Durur ve öyle beklersiniz!. Umutsuzluk kaplıyor dört bir yanımı... Saat 6 buçuğa doğru şehre varıyoruz. Haritada otogara yakın ve tren istasyonuna da yakın sayılabilecek bir yerden geçen bir metro hattı farkedip onu zorlamaya karar veriyorum.. Ancak bu sefer de metro durağına nasıl gideceğim problemi var. En sonunda bir çocukla zar zor anlaşıyoruz da beni metroya gidecek şehir içi otobüslerin durağına götürüyor. Otobüse biniyorum. Metro durağında iniyorum.. Kabus gibi; iki tane metro hattı var!! Elimde harita başlıyorum koşuşturmaya. Hangisi daha yakınından geçer bilmiyorum. En sonunda metro görevlisinin işaret ettiğine dalıyorum. O da ne!! Nasıl bir gün bu? Metronun son durağı gitmek istediğim tren istasyonu... Derin bir oh çekip, Allah'a şükürler edip metroya biniyorum. Bu bindiğim metro elimdeki haritada gösterilmemiş. Adamlar otogardan tren istasyonuna metro hattı çekmişler meğer. Neyse 7'yi geçiyordu tren istasyonuna yetiştim. Hemen elimi yüzümü yıkayıp, KFC'den bir şeyler yeyip (günün ilk öğünü) trene atladım..

Trenin hareketinin ardından hafif bir yağmur başlıyor. Sadece 15 dakika ve ardından serin bir rüzgar eşliğinde yola devam ediyorum. Karşılıklı 2 şer kişilik koltuklarda tek başıma olduğum için rahat rahat oturabiliyorum. Bu iki gün boyunca çok gezip koşturdum. Bangkok'ta fırsatım olmadı ancak adalarda ayak masajı yaptırmayı düşünüyorum:). Bu arada leş gibi olduğumu söylememe gerek yok sanırım. Ayaklarım da terlikten yara bere içinde. Bir kez daha adalarda bu temponun olmayacağını ve sadece yatıp uyuyacağımı kendi kendime tekrar ediyorum.

Para durumumu da kontrol etmek için bir hesap yaptım. Sabah trenle 2 saat yolculuk edip Ayuthaya'ya ulaştım. Şehrin içinde kanallar olduğu için iki sefer ufak motor kullandım. 6-7 tapınak gezdim. Bisiklet kiraladım. Bangkok'a geri döndüm, metroyla tren istasyonuna ulaştım ve yemek yedim. Hepsi için 500 B yani yaklaşık 15$ harcamışım!.. Tren gecikmesiydi 200 B daha az harcıycaktım aslında:)

Bir diğer konu da yemek. İki gündür hiç bir şey yemiyorum ve canım da hiç bir şey istemiyor. Yemekler ağır baharatlı ve yağlı. Farklı kokuları var... Sabah şehre ilk ulaştığımda bir kaç muz yedim vitamin olsun diye. Onun dışında bir de tren istasyonunda hamburger tarzı bir şey. Onu da zorla yedim. Aklıma sürekli sokaklardaki ızgaralardan yükselen koku geliyor. Burada yaşadığım tek sıkıntı o oldu. Keşke Tulga abinin (Tulga Abi rehber. Daha fazla detay için tıklayabilirsiniz) tavsiyesini hatırlayıp 1-2 küçük konserve getirseydim. Alışıncaya kadar iyi olurdu. Ama annemin bisküvileri de hayatımı kurtardı.

Burayla ilgili bir gözlemim ise, internette de okumuştum; halkın ekmek alışkanlığı yok. Ekmek yerine pirinç yiyorlar. Sabah ayuthaya'ya giderken karşımda oturan hatun bir poşetten 3-4 tavuk şiş, diğer cebindeki poşetten de pilav çıkarttı. önce tavuk şişten ısırdı, sonra pilavı top top yapıp ağzına attı!!.. Bizim ekmek kebap yeme alışkanlığımı andırıyor aslında.

Artık daha fazla gücüm kalmadı. Bilgisayarımı başımın altına, pasaport, bilet ve paramın bulunduğu küçük el çantamı da koynuma alıp uykuya dalıyorum.

Belki de bugünün adı "en uzun gün" olmalı. :)

Hiç yorum yok: